Kelimelerle zeki oyunlar oynayıp onlardan yeni dünyalar yaratmaya aşık ben, bugün o kelimelerin altına işlenen toplumsal manalara savaş açan bir Don Kişot haline geldim! Çok seviyorum bu Don Kişot kimliğimi, gerektiği zaman rahat durmuyor, anında arzı endam ediyor sahnelere..
Kırılganlığın ‘zayıflık’ adledildiği, zayıflığın ‘güçsüzlük’ ile eş anlamda tutulduğu, güçsüzlüğün ise varoluşsal bir suçluluk duygusu haline gelip,
insanların kırılgan olmaktan ölesiye korktuğu günümüzde, kırılgan olma cesareti ile kol kola durabilen insanlar bence dünyanın en büyük gücüne sahipler ki, o da KENDİLERİ OLABİLME gücü….
O güç ki, içinde hayat ne getirirse getirsin korkusuz, hesapsız, beklentisiz, olan her neyse onunla birlikte durabilme esneklik ve özgürlüğü var:
Acıysa acı,
Gözyaşıysa gözyaşı,
Kayıpsa kayıp,
Yassa yas,
Sevinçse neşe,
Aşksa aşk,
Batmaksa batmak,
Tökezlemekse tökezlemek,
Sıçmaksa sıçmak,
Yumruğu yiyip kıçının üstüne oturmak,
En basitinden en beter olarak gördüğümüz her durum içinde -ki bu sınıflandırmalar da tamamen bizim uydurmalarımız- kendini dürüstçe karşılayıp, ‘evet olmadı, batırdım şimdi çok üzgünüm ya da çok öfkeliyim, çok incindim, ağzını burnunu dağıtıp en azından bir eşitlik sağlansın istiyorum’ duygusunu olanca gerçekliği ile yaşayabilmek ve lakin durup burada bir soluklanabilmek bir temiz ağzı burnu dağıtmadan, kendimizin de karşımızdakinin de…o bir solukluk duraklamada tüm resim değişmeye başlıyor çünkü, içinde biriktirdiğin bir dolu zehirli gaz makul iki cümle ile çözülüveriyor ve o kırılganlık dediğimiz narin kaynak sahici bir güce dönüşüp bizi özgürleştiriveriyor…
Nasıl güzel nasıl rahatlatıcı nasıl insanca bir duygu…
Kırılgan olmanın nesi zayıflık nesi ‘yetersiz’ bir kişilik özelliği Allahaşkına?
Yıkalım şu inançları, yeniden yapılandıralım anlamları.
Hatta boşaltalım tüm anlamları zihinden, hür bırakalım olan biteni adlandırmayı…
Ayrıca şu farkındalıkla bakışımı nereye çevirsem gördüğüm yalın bir gerçek var ki, kırılganlıkta müthiş bir yaratıcılık var!
Yaşamayı göze aldığın, korkudan titresen de üzerine yürüyüp içinden geçtiğin her türlü duygu düşünce eylem, kendi küllerinden eşi benzeri olmayan Zümrüdü Ankalar doğuruyor çünkü…. ve o Zümrüdü Ankalar içinde zamanın sınırlarını aşan hakikat tohumları var!
O tohumlar öyle bir ateş ki, düştüğü her yürekte alev alıp, İnsanlık deneyiminde hepimizi birbirine bağlıyor.
Dün akşam katıldığım ve halen etkisiyle titrediğim Şebnem Ferah konseri işte tam da bu satırların canlı bir eylem haliydi adeta.
O sözler, o müzikler, o fotoğraflar, o orkestranın birlik beraberliği, notaların sese dönüşündeki büyü, her bir enstrümanın sıradışı kullanımı,
şarkılar arasındaki samimi sohbetler, akıp giden ahenk, o ahenkte titreşen huzur neşe ve biriciklik..ancak KIRILGAN olmayı göze almış bir kalbin yaratımları olabilirdi…ve bu kırılganlıktan çıkan cesaret ve dürüstlük, belki de nesillerce aktarılacak canlılık ve gerçeklikte şarkılar yapmasını sağlamıştı.
Nasıl temiz bir saygı duydum içimden, dua ettim iyi ki kırılgan olmayı göze alıp cesurca kırılganlığına sahip çıkan ve bunu bir materyal olarak kullanmak yerine hakikatiyle kendi gerçekliğinde taşıyabilen böyle insanlar var diye…
Sonra bir kez daha anladım neden bu kalpleri kendime bu kadar yakın, bu kadar kendi hizamda ve içimde hissediyorum..
Çünkü kendime karşı gözlerim zaman zaman acımasızca kör olsa da,
yaşadığım, bile isteye yaşamayı seçtiğim, inatla üzerine gidip denemeyi göze aldığım, dizlerim ya da kıçımın üstüne çöküp isyan naraları savursam da devam ettiğim her eylemimde azar azar kırılganlığını kucaklayan, onu kullanmayı öğrenerek yeni rotalara yelken açan Ebru var!
Bir kere uyandın deli kızım, kırılganlığının içindeki öfke ve ateşin seni taşıyacağı okyanusu az çok görüyorsun, yüzmeye devam..
Yarınlar kadar yakın içimde fırtına,
Bu dalgasız deniz durgun aldatıyor inanma,
Yaslanıp gururumun kambur sırtına,
Kendime rağmen durmam basar giderim diyen Şebnem’den, Ben’den ve daha ismi olmayan nicelerinden…
08.Mart.2020, Pazar..